25 Eylül, 2012

Son kürümüzü de aldık oğluşumla.
Ciğerleriyle ilgili gelişim nispeten tamamlanır tamamlanmaz alacaklar bebeğimi.
Doktorum "endişe etmememizi, doğum günü bebek yoğun bakım ünitesinde onun için mutlaka yer olacağını, yine de olağanüstü bir durum olabilir diye tam teşekküllü bir ambulansı hazır tutacaklarını ve bebek yoğun bakımı olan iyi ve yakın bir hastaneye nakil ettireceklerini " anlattı.
"Bir müddet kuvözde kalacak ve herşey normale döndüğünde kucağına verilecek "dedi.

Oğlumla buluşmamıza az kaldı, ne güzel...

Doğacağı günü de belirledik birlikte.
Öyle bizim yada doktorumuzun isteğine bağlı bir tarih olmadı elbette, takip eden ekip kürün etkilerine göre, bünyemin dayanabileceği zaman aralığını buldu. Zira doğuma gireceğim, Umut'u alacaklar, ardından benim ameliyatım için devam edecekler.
Lenf bezlerim, karın zarım, yumurtalıklarım ve rahmim alınacak.
Menapoza da girmiş olacağım doğal olarak.
Ah, kıyısından yakaladığım annelik.....Hayatıma mal olacakmışsın gibi geliyor bazen..

Umut için alışverişe çıktık bugün babasıyla.
Bütün bu olup bitenlerin arasında öyle çok korktum ki onu her an kaybetmekten ve onun için aldığım şeyleri görüp canımın yanmasından, inat ettim bu tarihe kadar, çorap bile almadım.
Ama artık geliyor oğlum...
Hastane çıkışı, penye battaniye, zıbınlar, çoraplar, yıkama leğeni, lif, şampuan, yenidoğan bezi, akla gelmeyen bir yığın şey..
Ha bir de mavi bir beşik:)

Eve dönüp yerleştirdim dolabına.
Bebeklere ait şeyler ne kadar güzel, ne kadar albenili.
Kullanmayacağı şeyleri almamaya karar vermiştim, almadım da. Ben kendimin de kullanmayacağı şeyleri öyle heves ederek almam pek, enteresandır, reklamcılar için hiç de cazip bir hedef değilim sanırım..
Aldığım herşeyi öpe öpe koydum raflarına, Allah'ım giydirmek, herşeyden önce giydiğini görmek nasip etsin inşallah.

Şimdilik yanımızda, yatağımızın yanına koyduğumuz beşiğinde yatacak.

Bugünlerde el bileklerimde ciddi sıkıntı var.Karpal Tünel Sendromu dedi doktor, ellerim öyle çok ağrıyor ki bazen ağrısıyla uyanıyorum geceleri, yatağın başındaki duvara vuruyorum hızlı hızlı, başka bir acı onun acısını bastırsın diye.
Ağrı kesici İlaç da verilemiyor hala.
Yarın atel alıp takacağım ikisine de, doğuma kadar kalacaklar, doktor ağrımı hafifleteceğini söyledi atellerin.
Bütün bu ağrılar, acılar son bulacak yakında.

Şimdi aldığımız masal kitaplarını okuyacağım kasete, dünya hali hani olur da bana birşey olursa ameliyatta, oğlum annesinin sesini bilsin tanısın ve bir annesinin olduğunu hissetsin diye.

Hansel ve Gratel okuyacağım ilk önce, yolunu kaybettiğinde sesimi takip edip yuvasını bulsun diye.

Oğlum, duyuyor musun beni?

06 Eylül, 2012

En çok beklenen yan etki olan kusma,hiç olmadı.Midem bile bulanmadı enteresandır ki.
Doktorum," bebek zarar görmesin diye bir ilacı hiç vermediklerini, diğerlerini de azaltarak verdiklerini, bu nedenle olabileceğini" söyledi. Buna çok sevindim..

Umut tekmeliyor..
Onu hissettikçe sonsuz bir yaşam sevinci doluyor içime.Onu düşündükçe unutuyorum herşeyi, herkesi, dünyayı, olanı biteni, hasta hücrelerimi, yorgunluğumu..
Ayaklarını hissediyorum.
Kafasını da.
İçimde bir yerlerde büyüttüğüm bir canlı var, bir yandan öldürmemek için dua ettiğim..

Saçlarımı daha doğrusu saçlarımdan kalanları görmek istemediğim için bir tülbent bağlıyorum evde, rahat ediyorum en azından, ne kadar çirkin görünüyorum Allah'ım, iyileşip çok güzel olacağım bir gün.
Oğlumu kucağımda zıplatıp kahkahalarını duyacağım, içimde bir duvara tutunup hayata bağlı kalmaya çalışan güzel oğlumu doyasıya koklayacağım.Ben iyileşeceğim, başka yolu yok..

Benim şansıma bilmem kaç yılın en sıcak yazı.Olmuşum bir dünya zaten, sıcakta hiç çekilmiyormuş şu kilolar onu anladım.
Kemoterapiler sonrası her gün almam için ilaçlar verdi doktor.Başım ağrırsa şunu, midem bulanırsa şunu alacağım ama çok şükür hiçbirini almama gerek kalmadı, hiçbir farklılık hissetmiyorum, kocam korku ve endişe dolu gözlerle bakıyor ara ara.İyi olmama seviniyor ama bu kadar iyi olmamın anormal olduğunu düşünüyor, aklından "acaba çok mu az veriyorlar ilacı, bebeği kurtaralım diye ilacı az vermek hastalığını ilerletmeyecek mi? bakışı bunlar, tanırım ben onu, aklından geçeni göz bebeğinden okurum, doktoru arayacaktır yarın sabah erkenden..

Hastalığın hengamesinden hamileliğimi yaşayamadığıma üzülüyorum en çok.Ne aşerdiğimi farkettim, ne naz yapabildim, ne güzel cicili bicili kıyafetler alabildim, burnumda sürekli bir batikon kokusu..
Kullandığım tuvaleti kimse kullanmayacakmış, demek ki vücut zararlı birşeyler atıyor sürekli, iyi de bu ilaçlar gidip nokta atışı yapıp hastalıklı hücreyi bulamadığına göre sağlıklı hücrelerimi de yok ediyor mu acaba?
Ne çok soru var kafamda?
Ölecek miyim?
Daha bu kadar çok yapılacak şey, gidilecek yol, tanıyacak insan varken, bu kadar erken gitmek?
Biraz haksızlık değil mi?
Habersiz..
Onca geride bıraktığıma bir veda edemeden, ben gidiyorum diyemeden..

Oğlum bana benzesin istiyorum, benden geriye bana benzeyen birşey, biri, bir can, bir göz, bir burun, bir huy, bir...Bir umut kalsın istiyorum.
İsmiyle müsemma hep umutla sarılsın hayata, tutunsun babasına.

2 kürümüz daha var.
son kürden sonra yani yaklaşık 51 gün sonra bebeği alacak doktorum, akciğerleinin nisbeten geliştiği haftalara denk gelmiş olacak, küvözde bakılacak ve beni alıp normal dozda ilaçlar verecekler ki daha fazla ilerlemesin..
Ultrasonda boyu, kilosu, gelişimi çok iyi, tam olması gerektiği gibi, bütün bu olanlara rağmen.

Bizim hikayemiz güzel bitecek.

Bu kadar dua üzerine bina edilmiş, güzel bir hikaye olacak, gökten elamalar düşecek, uyuyup büyüyecek savaşçı oğlum, annesini çok sevecek..

05 Eylül, 2012

Bu sabah yalnızım.
Evin sonsuz sükuneti içinde bol kahveli bir kahve yapıp koltuğa atacağım kendimi, uzanmaya yakın bir şekilde oturup ayaklarımı da sehpayla buluşturdum mu tamamdır.Gazete istemiyorum, telefon ,televizyon istemiyorum.Kahvenin her yudumunun dilimin duyu noktaları nereleriyse işte oralara ulaşıp beynime mutluluk hormonu göndermesini izlemek istiyorum bilimsel bir deney gibi.Hani şarap tadanlar yapar ya, ben de kahveyi dilimde yuvarlayıp hangi senenin mahsulü, hangi uzak yolları aşıp gelmiş fincanıma onu düşüneceğim, delirmişim gibi bakmasanıza bunda ne kötülük var mideme giden şeyle tanışmak isteği işte..
Bu arada kendimle de mücadelemi yenmem lazım, düzen takıntım yüzünden erken yaşlanan bedenimle de mücadele ederek, kahveyle meşkim bitene kadar yatağı ve mutfak tezgahını toplamamak, çöpleri kapıya çıkarmamak, balkonları yıkamamak vs vs tüm herşeyi yapmamak konusunda zorlamalıyım kendimi. Saydıklarımı yaptıktan sonra kahve yapıp içmenin zevki yok ki,o zaman sabah olmuyor dolayısıyla sabah kahvesi tabiri de haksızlık.Her neyse yine dağıldı konu, bunları yazarken kahvem damlıyor fincana, oh birazdan başbaşayız.
Yataktı mutfaktı deyince, yaşamımın yarısından fazlasında aralıksız çalışmış biri olarak yakın zamanda tamamen evde olacağım dönem gelince,ben o geçişi nasıl sağlayacağım hiçbir fikrim yok..Hergün hem işi hem evi bir şekilde rayında götürdükten sonra şimdi elimde bir toz beziyle tüm gün Kakılmış edasıyla evi 3 tur silecek miyim yoksa "hayatta tozdan önemli şeyler var aşkım"açıklamasıyla öğlene kadar uyuyup ardından da, aşağı mahalle sen misin yukarı mahalle şen misin gezecek miyim? Yada ortaya bir karışık çıkacak -ki kocacığıma göre tadından yenmez bir durum olur bu- bakıp göreceğiz..

Kahvem ötüyor, biraz susturup beynimin dilini, kahvenin anlatacaklarını dinlemeye gidiyorum şimdi..

Berlin Notları

Berlin Kolajı...























01 Eylül, 2012

Saçlarım dökülmeye başladı..

Öyle tel tel dökülmüyor meret.Sabah bir uyanıyorum ki bir kucak saç yastığımın üzerinde.
Kocam ve annem görürler ve üzülürler diye uyanır uyanmaz yastığımı balkona çıkarıp silkeliyorum, saçlarım bahçeye doğru yavaşça uçuşuyor.Normal dökülme gibi değil, kökleri o kadar belli ki, kökünden ayrılıyor kafa derimden.
Yerlere de dökülüyor gezerken, evin her yerinde görüyorum.Hele banyo yaparken, simsiyah bir tül parçası suyla birlikte kayıyor küvetin deliğine.
Aynaya bakmıyorum hiç.
Aynaya bakmadan tarıyorum.

Öğle sonrası yıllardır gittiğim kuafördeyim.
Hal hatır konuşmaları yapıyoruz ama kızın gözleri hep saçlarıma kayıyor.
"endişelenme döküldüğünü biliyorum "diyorum gülümseyerek. "kestirmeye geldim"

Herşey normalmiş gibi davranıyor, sever beni, bilirim.

Koltuğa oturuyorum "nasıl keselim ablacım "diyor "lüle lüle sarılacak şekilde, topuz da olabilsin "diyorum , afallıyor sevimlice.
"mümkün olan en kısa şekilde lütfen "diyorum.

Omuzlarımdan aşağıya, beyaz fayans zemine minik tutamlar halinde düşüyorlar.Çok kısa sürüyor kesim, çoğu dökülmüş demek ki.
O işini bitirene kadar bakmıyorum aynaya.

Üzerimdeki havluyu silkeliyor, başımı kaldırıp aynaya bakıyorum.Kirpiklerim, kaşlarım? Saçlarım değil, günlerdir aynaya pek bakmadığım için dikkat etmediğim kirpiklerim ve kaşlarıma takılıyor gözlerim;dökülmüşler.
Eskiden kuaföre gittiğimde bana en çok sorulan şeydi rimelimin markası, oysa uzun ve kıvrık olan kirpiklerimdi, şimdi yoklar.

İnsanın kaşları ve kirpikleri olmayınca ne kadar ifadesiz bir hal alıyormuş yüzü, ben  değilim sanki...
Saçlarım, artık kirpi gibi, yer yer açık kafa derim..

Omzumun üzerinden Dilekin hıçkırığını duyuyorum; "gene uzar ablacım, sen üzme kendini ne olur, saç dediğin kirpik dediğin ne ki"

Saçlarıma değiyor ayaklarım, alıp saklayasım geliyor, bir zamanlar benim saçlarımın da olduğunu hatırlamak, söyleyebilmek için..
Minik bir tutam alıyorum, elimdeki kitabın sayfalarına koyup saklıyorum, hep orada kalıyor.

Sarılıyor bana Dilek, Esra..Sanki bir daha görmeyeceklermiş gibi enteresan bir sarılış, "yine geleceğim "diyorum gülerek.

Kapıya çıkıyorum,kocam alacak beni..
İstanbul sıcak, İstanbul'da akşamüstü, İstanbul'da evlerin ışıkları yanmaya başlıyor, bu akşam da yanacak evimizin ışığı,sonrasını bilmiyorum..

Kocamla konuşmak istiyorum.
Karnımda bir bebek var, giderek büyüyen bir bebek.
Ya bana doğum sırasında birşey olursa, ya doğumdan önce birşey olur da bir şekilde bebeği kurtarırlarsa..Onunla herşeyi konuşmalıyım, gerçekler gerçek işte...