13 Kasım, 2013

Delirmek üzere olan hatta delirmiş bir kadının hezeyanları gibi görünüyor belki de yazdıklarım, sonradan okuduğumda, kendimi tanımasam ben de öyle düşünürdüm üzülmeyin.Haklısınız çok da sağlıklı ve sağlam kafalı biri izlenimi vermediğim muhakkak ama vallahi öyleyim. Akıl ve ruh sağlığım gayet yerinde,inanın.
Ben de pazara gidip domates seçen, apartman toplantısına katılıp yönetici amcanın anlattığını unutup 5 kez yeni baştan anlattığı memuriyet günlerini de toplantı gündemi öncesi gayet bi sakin dinleyen,Müdüründen çekinen, çoğu kadın gibi iki araba arasına park edemeyen, her gün mutlaka belli bir süre kitap okuyan, yaramazlığını kategorilendiremediği oğluşunun içine birşey kaçtığını düşünen..buna benzer bir sürü şeyi sizin gibi yapan yada yapamayan, sıradan ama akıl sağlığı gayet yerinde bir kadınım.

Bu delirmişim hissi kelimelerin bana bir oyunu.Ben güzel ve tatlı tatlı, akılıca şeyler yazmak istiyorum ama onlar durmadan yer değiştirip benim yazmadığım yada yazmayı düşünmediğim şeyleri yazıyorlar bazen.Yazının sonuna bir geliyorum ki ben demişim Ankara onlar demişler Beypazarı.Bu kelimeler var ya benden duymuş olmayın sihirliler de..Aşkınızı da duyuran onlar, nefretiniz de.Milyonların sizi sevmesini sağlayan da onlar, adınızı duymak istememelerine neden olanlar da.İyi geçinmek lazım kelimelerle,bak ben sesimi çıkarıyor muyum beni hafif kayışı koparmış bir hatun olarak gösterip sessiz sessiz gülmelerine? Çıkarmıyorum, niye?
Çünkü onlara ihtiyacım var, ben anlatamazsam kalbimden beyninden geçenleri, bir gırdap gibi dönenip midemde kelebekler uçuran kelimeler yığınını dökmezsem kağıda...Hah işte o zaman ebüvüüü ki ebüvü..

02 Kasım, 2013

yağmur

Ve nihayet kış...Nihayet deyince "sonunda geldi " gibi anlaşılacak belki ama nihayet kısmı yağmurla ilgili daha çok...
Yağmuru çok seviyorum. Çalışırken çok sevmezdim, servis beklerken , ofise yürürken ıslanmaktan hiç hoşlanmazdım o zamanlar. Ha bir de sabahın kör karanlığında kalkıp özene bezene yaptığım saçlarım yağmuru görür görmez yapışıp, şekilsiz şemalsiz bir hale geldiği için, şemsiyem bile olsa sevmezdim işte.

Ama şimdi yağmurlu sabahları seviyorum. Sıcak bir evde, güzel bir filmi bekleyerek, sıcacık kahvemle camdan dışarıyı izlemeyi seviyorum. Oldum olası çorbayı çok seven biri olarak, yağmurlu havalarda evi çorba kokusunun sarmasını seviyorum.
Bugün de öyle bir sabah. Aslında yapmam gereken yığınla şey var ama nedense hiiç içimden gelmiyor, bugün kendime ayıracağım zamanı. Hiçbir şey yapmadan sukunet içinde birkaç saat geçirmek iyi geliyor ara sıra. Okumam için bekleyen bir sürü kitap var komidinde, kitap fuarından aldığım yeni arkadaşlarım..Son kitap fuarında çikolata ile ilgili çok güzel bir kitap bulmuştum, ilk fırsatta denemek istediğim tarifler var içerisinde, baktıkça içim eriyor ama yağmura takıldı işte ruhum. Gözlerimi camdan alamıyorum yağarken, içime gri ve sakin bir huzur doluyor her seferinde..
Kitaplardan birini seçmeliyim bu sabah, biraz kitap haşırneşirliği, sonra bloğa birkaç yazı eklemeli, arada gidip çorbayı karıştırmalı, sonra hobi odasına merhaba deyip renkleri sevmeli, taa ki yakışıklı oğlumun okuldan alınma saatine kadar.
Geçen yıl kardan çok çekmiştik, Umut'u sabah okula götürmek bile eziyetti, kapının önü buz tutar, arabanın camları buz tutar, sinameki oğlum köh köh başlar öksürmeye, umarım bu sene çok kar yağmaz zira o öksürdükçe benim içim acıyor tüm kış. Ha en güzel yanı, yazın herkes biryerlerde olduğu için yapılamayan akşam sohbetleri, arkadaş toplantılarının kışın sık sık yapılabilmesi, kahve eşliğinde saçma sapan şeylere bile kahkahalarla gülebildiğimiz , çocuklarımızın birlikte oynayabildiği, dost fikrinin güzelliğini yeniden hatırlatan güzel akşamlar..

Neyse, "Bilinmeyen " den başlayacağım bugün okumaya, çorba da tarhana olsun bugün, bir de film olsun, binlerce kez izlediğim "kasım'da aşk başkadır" olsun o da, bir de huzur olsun, bir de sağlık, bir de yağmur olsun...

01 Kasım, 2013

Şunu anladım ki ben geceleri yaşamayı daha çok seviyorum.Yalnız birşeyler yazmak için değil, yaşamak için de gündüzler çok fazla gürültülü benim için..Mecbur olmasam hiç kullanmak istemeyeceğim telefonumun , çok çok olağanüstü bir durum olmadıkça çalmayacağını bilmek ve dahi görmek bile, geceleri sevmem için tek başına bir neden.
Birşeyi yapmak için kendimi planladığım ve şartladığım ve o anki heves ve istekle işe de giriştiğim bir anda, canı sıkılan ve sadece o anda öylesine, sebepsiz , laf olsun diye konuşmak isteyen birinin zamanımı,seri bir katil rahatlığıyla böğründen deşe deşe çalmasına seyirci kalmak demek onun çalması..
Önemli durumları kastetmiyorum belirtmeye gerek bile yok ama telefonla yada çat kapı çat ofis masası demeden bir başkasının, akıp giden hayatı düşününce de son derece kıymetli olan zamanını futursuzca kullanma hakkını kendimizde bulmamız...Şaşırtıcı.

Geceden geldik değil mi bu noktaya, hah işte geceleri insanlar aslında sırf biz uyuyalım dinlenelim rahat edelim diye değil de kendileri anatomik, fizyonomik her ne bilimsel sebepse işte o sebeple uyumak zorunda oldukları için rahat bırakırlar bizi birkaç saatliğine.. Onlar uyanmadan düşünmek, düşündüklerini analiz etmek, hayata geçireceklerini planlamak, bazıları için yazmak yada ağlamak için sınırlı bir zaman vardır ve günün ilk ışıkları ve ilk okul-iş servisleriyle de biter o saatler. Naif korna seslerinin eşliğinde başlar sabah ritüelimiz..

Neyse, dün gece müzmin bir başağrısının ele geçirdiği alnım ve ensem yüzünden çok da bereketli geçmedi, çok fazla şey düşünemedim ve yazamadım ,kısmet bu geceye artık.
Hah geç kalmıştı günün ilk katili kim bakalım, yine çalıyor şuursuz!

17 Ekim, 2013

Kaç adımdır acaba salonum? Şurdan, tam camın dibinden, yemek masasının olduğu yerden başlayıp adımlasam? 50 adım vardır herhalde? Deminden beri 40 kez gidip geldiğim bu mesafenin kaç adım olduğunu bilmek istiyorum şimdi. Ahmet Kaya'nın buna benzer bir şarkısı vardı, tam da bu duruma örnek, bilgisayarım olsaydı hemen girip bulur çalardım ne güzel.Teknolojiye bazen çık kızıp onsuz da olamayan şuursuzlardanım ben de.

Şikayet ettiğin şeyden uzaklaşman en doğal davranış değil midir? Genel olarak bunu başarsam da söz konusu bilgisayarsa maalesef..Saatlerce ekran başında oturup ha babam de babam yazan falan biri de değilim ama gerektiği an elimin altında olmasını seviyorum, hatta nasıl seviyorsam işim olmasa da evde olmadığını bilirsem geriliyorum, ofisten her gün bilgisayar taşıma zahmetine girişmem bunun göstergesi olmalı.

Şikayet etmek dedim de aklıma geldi şimdi, bizim salon bayağı küçük .Ağız tadıyla volta atamıyorsun, 5 adım git geri dön 5 adım git dön ! Tam düşüneceğin şeyin kıyısına gelmişsin,konu başlığını belirlemişsin, konuya nerden yürüyeceğini düşüneceksin hooop dön!
Salon dediğin geniş olacak kardeşim, bir ucundan bir ucuna volta atmaya başladığında ucuna varmadan, konuyu analiz etmiş, neticelendirmiş, hatta konuyla ilgili telefon görüşmeni bile yapmış olacaksın ferah ferah , böyle olmuyor,kocamla konuşmalıyım daha büyük salonu olan bir eve çıkalım.Sebep sorarsa "rahat volta atamıyorum " derim, yok olmaz, o anki ölü balık bakışlarına dayanamıyorum, acımakla kızgınlık, şaşkınlıkla endişe arası bir ışık tutamı yanıp sönüyor gözbebeklerinde öyle zamanlarda.Her zamanki gibi sakinlikle "olur canım,Ali Sami Yen'i yıktılar ya o arsayı alalım sana, gezer durursun !" minvalinde birşey söyleyip maçına dönecektir muhtemelen. "Senin kitaplarına çok az yer kalıyor aşkım "desem? Salonun 1/30 unu kaplayan kitap köşesine bakıp cık cık layacaktır muhtemelen, o da olmaz. Neyse, geniş salon, uzun volta, bol analiz, yorgun kafam, uykulu gözlerim...
Gene dağıldım bak, sahi neden voltalıyordum ki ben, konu neydi?
Hooop köşeye geldik, dön!

31 Ağustos, 2013

Çalışma hayatımın son günleri yaklaştıkça hayatımın sonrasını da planlama derdine düştüm bir dönem. Benim bu herşeyi planlamak huyum yıllarca çalıştığım müdürlüğün Planlama Müdürlüğü olmasından mı kaynaklandı, mayamda mı vardı bilmiyorum ama hakkatten bıktırdı yani. Plansız yaşamanın da lezzetini almak istiyorum bazen, yarın yapılacakları düşünmemeyi ve dahi not almamayı da ama heyhat, beynim benden ayrı bir uzuvmuşcasına kontrolsüzce planlıyor işte,of of ki of:)

Her neyse, işten ayrılacağım tarih yaklaşınca önce neleri yapmayı çok sevdiğimi düşündüm, yada neleri yapmayı istediğimi..En çok mutfağı, yemek pişirmeyi, kek pasta yapmayı. Öğrenmeyi istediğim de ahşap boyama, hadi bunlarla başlayayım deyip başladım araştırmaya. Sonunda Pastamalzemeleri.com'u buldum:) Doğal olarak da Berna Gürşen'i:) Ne iyi yapmışım, nasıl iyi yapmışım da bulmuşum o çook uzun mevzu. Hemen kurs programlarını öğrendim, randevularımı ayarladım ve attım kendimi bu renkli dünyanın içine. Diğer eğitmenlerin de katkılarıyla tabii, neler öğrendim neler:) Cupcake, makaron, cakepops, pasta modelleme,kurabiye yapımı vs. Çok eğlenceli geçen, tüm sorularınıza cevap bulabildiğiniz derslerdi ve bence çok da verimli oldu.

Asıl kazanç ise başta da söylediğim gibi Berna Gürşen'i tanımak oldu benim için. Güler yüzü, canlılığı, pratik düşünüşü, dostluğu mükemmeldi. Hiçbir şeyi kendine saklamadan herşeyi en ince detayına kadar paylaştığı gibi sonraki hayatımızda işe yarayacak (kutucudan tutun da kurdelacıya kadar) telefonlarını buldu verdi, eksik malzemelerimizi oradan tamamladı vs vs.

Eğer bu işlere meraklıysanız lütfen pastamalzemeleri.com'a gidin. Berna Hocayı tanıyın, sevin, sohbet edin:) Çikolata vs diğer derslere de devam edecektim ama tam o dönem hastalığıma ait bazı tümör markerlarında oynamaları gösteren tahlilller gelince, maalesef uzanamadım tekrar oraya, Umut'a ayrıldı kalan tüm zamanlarım ama benim yerime de gidin, derslere katılın derim, orası rengarenk bir dünya...Sadece eğitim vermeyip her türlü pasta ekipmanının satışını da yapıyorlar aklınızda bulunsun.

Ahşap boyama için de yine o dönemde internette araştırırken Şermin Yarımdağ Hocamıza rastladım, onun da atölyesi karşıda ama istek olunca yollar yakın oluyor bir şekilde. Hiç ahşap boyama yapmamış, hiçbir tekniğini bilmeyen biri olarak çok sevimli atölyesinden girdim içeri. Her yer rengarenk orada da, hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Şermin Hocamın kapının önünde bir sohbet masası var, uzun uzun sohbet de edebildik bu arada. Ahşap boyama dersleri ayda 4 ders olarak programlandığı ve ben de azimle geleceğimi düşündüğüm için, 4 dersi de ödediğim halde, maalesef diğer 3 derse gidemedim:(( Beni Berna Gürşen derslerinden de koparan ve ailece hepimizi altüst eden o hastalığımdaki yükselme seyri beni ahşap boyama derslerimden de etti maalesef.Gidemediğime o kadar çok üzüldüm ki, eşim kaygılanmaya başladı bu üzüntümden dolayı, gerçekten çok istiyordum diğer 3 derse gitmeyi de.

O ilk ders bir çerçeveyi dekopaj tekniği ile süsledik, sonraki derslere de geleceğimi düşünerek bir sürü malzeme de aldım ama nasip değilmiş işte. Şermin Hoca size gayet sakin, gayet güleryüzle uzun uzun anlatıyor herşeyi, hiç bilmeyen biri olarak bile bir sürü şey öğrenebiliyorsunuz tek derste dahi. Kalan derslere de gidebilseydim kimbilir neler öğrenecektim neler:) Tıpkı pastamalzemeleri.com gibi Şermin Hoca da hem ders veriyor hem de malzeme satışı yapıyor aklınızda bulunsun, derslerine katılmanızı öneriyorum size de. Sayfasının adı aklıma gelmedi şimdi ama internette adıyla dahi aratsanız kolaylıkla bulabiliyorsunuz zaten.

O ilk derste süslediğimiz ahşap boyama çerçevenin ham halini almıştım atölyeden çıktığımda, sonrasında kendimce boyayıp süsledin onu ama başka da birşey yapamadım o süreçte. Tahliller, filmler, ultrasonlar, sonra sonuçları, sonra onları hocayla görüşme, sonra yenilenen tedavi süreci derken içimde ukte kaldı başka bir ahşap boyama çalışmamaış olmak,işte şimdilerde tek ders aldığım dekopaj tekniği ile ahşap boyayacak, Berna Hocamın öğrettikleriyle de mis kokulu şeyler pişireceğim, demek ki neymiş; öğrenmek her yaştaymış, şimdilerde iyileştim ya biraz kurs sancılarım başladı yine, bakalım sonraki istikamet neresi olacak benim için:)

04 Ağustos, 2013

Londra Notları-3

Londra'daki 3. günümde Camden Town'ı ziyaret etmek istedim, kalabalık sokaklarında her türden insanı görüp, o cıvıl cıvıllık içinde yağmurun da olmayışının getirdiği keyifle bayağı bir dolaştım. Martha Stewart gibi idollerimden biri olan Cath Kidston'un şubelerinden birini de bulunca uzunca bir süremi orada geçirdim:) Tabii o kadar pahalıydı ki alışveriş yapmaktan ziyade bol bol baktım, kendime bir çanta aldım sadece hatıra olarak, bu şehir neden böyle pahallı yaf:)

Akşam da China Town turu yaptım, o ne kalabalık Allah'ım:) Dünyaya yayıldıkları yetmezmiş gibi harbiden kendilerine bir şehir kurmuşlar orada.Kente gelenler de oraya ziyaret edince 1 saatliğine çekik gözlülerin ülkesini ziyaret etmişim hissine kapıldım hakkatten de:) Nasıl renkli bir dünya..

Bu arada otele dönmeden Mc Donalds ziyaret etmeyi düşünürken aklıma fishandchips yemek geldi , ortalama bir balığa eşlik eden iri patatesleri yanındaki tarator benzeri sosla servis yaptıkları bir yemek, oldukça doyurucu ve farklı, öneriyorum aklınızda bulunsun hani.

Ve benim son günüme de NottingHill , Marylebone , Hyde Park kaldı. Sabah erkenden kalkıp kendimi parka attım, bol bol fotoğraflayıp sincap besledim, çimlerde yalınayak dolaştım, göz alabildiğine bir yeşilliğin içinde dolaşıp durdum:) Nottinghill meşhur filminden aklımda kalmıştı ve mutlaka görmek istiyordum, yokuşlarını  görünce bi vazgeçesim geldi ama dolaştım yine de:) Marylebone'a ise sırf Baker Street için gittim, bir yaz boyu kitap bulamadığım bir dönemde Sherlock Holmes serisini almış, Baker Street'le koca bir yazı geçirince mutlaka gidip göreceğim demiştim:) Sherlock Holmes Müzesine'de gittim gitmişken , adamın -doğal olarak- hiç yaşamadığı bir evi yaşamış gibi dekore etmişler, o ne kuyruk Tanrım, keyifliydi yine de:) Kitaplarında arada bir uğradığını belirttiği birahane de adam kadar tanınıyor ve gelenler bir de oraya uğruyor:)

Oldukça yorulduğum son gün sonrası yarına Hamleys alışverişi kaldı, oradan da Gatwick, sonra da İstanbul...
Oldukça güzel ve canlı bu kentten aklımda o kadar fazla şey kaldı ki ama iş yazmaya gelince pek birşey gelmedi nedense, ben susayım birkaç da fotoğraf anlatsın, inşallah tekrar gitmek nesip olur bir gün:)




















01 Ağustos, 2013

Londra Notları-2

2. günümüzde eşim toplantıya gidince ben de soluğu tren istasyonunda aldım ve dün hızlı bir tur attığımız oxford Circus, Picadilly Circus , Covent Garden civarını yeniden dolaştım önce. Zaten birbirlerine yürüme mesafesinde olan yerler olduğu için zevkli bir tur oldu, bol bol fotoğraf çekip mağaza gezdim. Oxford Circus'a yakın olan Waterstones kitapçısından yemek ve craft konulu kitap alışverişimi yapıp hemen yanındaki Kahve Dünyasında türk kahvesi içerek soluklandım. Gayet güzel bir kahveydi. 2,5 pound olduğunu belirteyim ve yanındaki fıstıklı lokumla birden kendimi İstanbul'da hissettiğimi de:) Aynı cadde üzerinde onlarca kahveci var, Costa, Cafe Nero vs hep yanyana konumlanmış zaten. Londra kitapçılarıyla da ünlü, hem sahaf türü küçük kitap dükkanları var hem de Waterstones gibi mağazalar, ki yolunuz düşerse Waterstones'a uğramanızı şiddetle öneriyorum, crafta ayırdıkları bölüm muhteşem, her konuyla ilgili bol bol kitap buldum, hem oturup inceledim hem de beğendiklerimi aldım, bütün bir günü orada geçirebilirdim:) En üst katında kafeteryası da var aklınızda bulunsun.

Ordan da yine yakın olan Primark'a geçtim. Primark Londra'ya gelenlerin mutlaka uğradıkları bir mağaza. Ünlü ve pahalı markaların mağazalarının arasında, içinde herşeyi bulabileceğiniz, oldukça uygun fiyatlı ürünler olan bir mağaza. Zaten o civara yaklaştığınızı herkesin elindeki Primark çantalarından anlayabiliyorsunuz. Kötü mallar da var, çok uygun fiyatlı olanlar da. Londra'da karşılaştığım tek türk grubunu da orada gördüm zaten, öyle çok şey almışlardı ki bavul satın alıyorlardı bir de:) Umut'a alışveriş yaptım uygun olanlarından, iç çamaşırı, çoraplar vs hakkatten çok uygundu, umarım hemen bozulmazlar:)

O akşamki toplantısının sonrasında akşam yemeği de olan eşim geç geleceği için akşamı da dolaşarak geçirdim, Oxford Street üzerinde aklınıza gelen tüm dünya markalarının mağazalarını bulmak mümkün. Gap Baby'de indirim vardı ve çok pahalı olan bu kentte yapılabilecek en uygun alışveriş bu oldu, Primark'tan sonra Gap alışverişi de Umut'a yaradı:) Civarı büyük bir şuursuzluk içinde gezdim, Hamleys'i de öyle keşfettim zaten:) Regent Street üzerinde ,çok katlı büyük bir oyuncak mağazası. Eşim olmadan Umut'a oyuncak seçmek istemediğim için, gideceğimiz gün yarım gün zamanı olacağını düşünerek onu son güne bıraktım.Yine de birkaç fotoğraf var aşağıda Hamleys'e ait. 32.000 parçalık ve boyu tamamlanınca 5 mt olan puzzle hala aklımda, paket o kadar büyüktü ki taşıma aracını hediye ediyordu mağaza:)

2.günün fotoğrafları da aşağıda..China Town, Camden Town da ertesi gün..


Meşhur Primark:)


Hayranlıkla izlediğim makaron kuleleri:)


Tam duvar saati işte:)


İster inan ister inanma Müzesi



puzzle dan kraliçe:)



Sherlock Holmes puzzlerı:)




30 Temmuz, 2013

Londra Notları-1

Efendim ,Londra hakkında hiçbir şey yazmadan önce canhıraş bir şekilde belirtmeliyim ki; çooook pahalı çok:) Adım attığımız andan geri döndüğümüz ana kadar cüzdanımız bayağı bir hafifledi hani:) Gitmek isteyenlere önemle duyurulur, dikkate alınız..

Bu kadar yolculuk yaptık bugüne kadar, Türk Hava Yollarının bu kadar berbat bir uçağı ile hiç uçmamıştık caaanım Londra'ya. Daha kısa yolculuklarda bile televizyonu olan uçaklar varken bu uçakta olmadığı gibi, öndeki yolcuyu resmen kucağımda götürdüm oraya kadar ! Yolculuk bir an önce bitsin diye dua ettim bol bol.
Neyse efendim sağ salim vardık Gatwick Havaalanına, zaten vizeyi alırken meletmişlerdi girerken de en son ne zaman grip olduğumu bile sordu hintli güzel memure:) Orayı da atlatıp 1 saatlik taksi yolculuğuna 97 pound bayılıp otelimizin olduğu canary wharf'a ulaştık. Radisson Blu Edwardian, O2 nin hemen yakınında, nehrin kıyısında, oldukça sakin, güzel bir otel. Eşimin çalıştığı şirketin Londra ofisi Canary Wharf' Bölgesinde olduğu için şirket bu oteli ayarlamış, ulaşımda sorun yaşamadığımız bir bölgeydi ki bu en önemli kıısmıydı benim için. Otele yakın hem otobüs durağı vardı hem de metroya bağlanan trene binebildiğimiz Blackwall istasyonu. İlk gün oyster dedikleri akbilimiz :) olmadığı için merkeze ulaşıp bu kartı haftalık olarak alabilmek için tek gidiş biletlerine 4 küsur pound bayıldık, inanılmazdı:) 4 dakikalık yolculuk 13-14 tl :) Neyse sonunda oyster kartlarımıza kavuştuk ve 25 pound yükleterek 6 gün gezebildik, 4-5 gün kalıp gezeceklere özellikle belirtmek istiyorum bu kart meselesini, dikkate alsınlar..

Öğlen indiğimiz Londra'da, otele giriş yapar yapmaz  öncelikle eşimin yine yanına almayı unuttuğu ve telefonu için gerekli olan şu priz uyum adaptörünü bulmak için çıktık, çok az yürüdükten sonra Waitrose  zincirinin bir mağazasını bulduk, hem prizini aldık hem de mağazayı şöyle bir dolaştık, çok katlı bu mağazanın ev eşyası bölümünde aklımın yarısından fazlası kalmış bir şekilde çıktık, biraz da civarda dolaşmak için kafelerin olduğu bölüme yöneldik. Birer de sigara yakıp yürümeye başladık ki hemen hemen tüm duvarlarda "bu bölge sigarasız bölgedir"yazıları gördük:) Kanary Wharf tamamen sigara içilmeyen bir bölgeymiş, bereket ki herhangi bir uyarıya gerek kalmadan uyandık:) 2-3 gün çalışacak olan eşimin öğleden sonrasını da değerlendirebilmek için St.James Parkı, Buckingham Sarayı, London Eye, Başbakanlık Ofisi, Covent Garden, Picadilly Circus, Oxford Circus turu yaptık hızlıca. Hızlıca diyorum çünkü benim geriye 3-4 günüm olduğu için keşif çalışması gibi birşey oldu benim için:)

Gezip gezip yorulduktan sonra Angus Steak House'da karar kıldık ama kılmaz olaydık:) Eşimin şikayeti olmadı ama ben iyi pişmesini belirttiğim halde içi tamamen pembe ve pişmemiş olan eti yiyemedim, 65 pound gelen hesap ise yemediğim yemek için beni aldı aldı yerlere vurdu:)) Yanında sadece yarım domates ve 2 yaprak maruldan oluşan garnitürü , sevimsiz garsonu sonrası bir de hesap ödenirken masaya gelip "ne kadar servis ücreti ödemek istersiniz?"diye sormazlar mı delireyazdım, ben önermiyorum ama karar sizin tabii.Neyse ki otele yakın Mc Donalds vardı ve kurtarıcım oldu o akşam.
Yorgunluktan bitmiş halde otele dönüp saat farkı nedeniyle de aslında Londra için errrkenden uyuduk:)
Aşağıda ilk günün fotoğrafları var, ertesi gün de benim kendi gezi notlarım olacak:)